SİYASET

CHP'li Türeli, sanayi politikalarını eleştirdi: teknolojik dönüşüm şart

CHP İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli, sanayi sektöründeki eksikliklere dikkat çekerek, kamunun daha etkin rol alması ve teknolojik dönüşüm yapılması gerektiğini vurguladı.

Abone Ol

CHP İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bütçesi üzerine yaptığı konuşmada, Türkiye'nin sanayi sektöründeki eksiklikleri ve düşük teknoloji kullanımını eleştirdi.

Sanayi sektörünün gelişmesi için teknolojik dönüşümlere ihtiyaç olduğunu söyleyen Türeli, “ Geçen yıl cumhuriyetin 100'üncü yılıydı ve ben burada cumhuriyetin sanayileşme politikalarını anlattım. 1929 Büyük Buhranı , İkinci Dünya Savaşı yılları, 1970'li yılların küresel krizine  rağmen Cumhuriyet, kalkınmanın odağında sanayileşme perspektifini hep ön planda tutmuş. 1960 sonrasında da planlı dönemde; yine sanayi ekonominin, lokomotif sektörü olarak belirleyici olmuştur.

1980 sonrası dönem, Türkiye'de “sanayisizleşme” dediğimiz bir dönemin başlangıcıdır. 1960 Sonrasında Türkiye’de yatırımlara dayanan, sanayiyi ön planda tutan, "ithal ikameci" dediğimiz politikalarla dışarıdan ithal ettiğimiz ürünleri içeride üretmeye dayalı bir politik çerçeve varken, 80'lerle birlikte dışa açık modelde, emek yoğun sanayileşme ön plana çıkmıştır, Bugün aslında Türkiye'nin teknoloji alanındaki geriliğinin nedenlerinin birisi de budur, teksti, inşaat, turizm sektörler tabii ki gereklidir. Ama esas itibarıyla sanayileşme sermaye yoğun bir süreçte, yapısal teknolojik dönüşümün sağlanması üzerine olmalıydı.” dedi.

AKP döneminde düşük ve orta düşük teknolojili sektörler egemen!

İmalat sanayisindeki verimsizliği ve teknolojik eksiklikleri vurgulayan Türeli, “AKP dönemine biraz odaklanırsak, sanayi sektöründe   makro çerçevede diğer sektörler açısından madencilik ve enerji de önemli, ayrı bir dinamiği var ama imalat bu işin temelinde. Bakın, imalat sanayisinin millî gelir içindeki payı yüzde 19,5, istihdamdaki payı da yüzde 19,8. Yani istihdam ile katma değerin ikisinin millî gelir içindeki payının üst üste olması aslında son derece sıkıntılı bir iş. Verimliliğin ve kişi başına katma değerin de ne kadar düşük olduğunu gösteriyor. Daha da ilginci bizim sanayimizin içinde yüksek teknoloji ve orta yüksek teknolojili değil, daha çok düşük ve orta düşük teknolojili sektörlerin egemen olduğunu gösteriyor. Nitekim, istihdama ilişkin rakamı söyleyeyim: Orta düşük ve düşük teknolojili sektörlerin payı yüzde 77,7. Yüksek teknolojili sektörlerin payı sadece yüzde 2,8. Hem istihdam açısından hem millî gelir içindeki pay açısından imalat sanayisi son derece düşük bir verimlilik gösteriyor bize.

Bir sektörün büyümesi için yatırımların, sermaye stokunun artması gerekir. İmalat sanayisi yatırımlarına bakıyorum, zaman içinde imalat sanayisi yatırımlarının toplam yatırımlar içindeki payı 2002 yılında ne ise 2023 yılında da hemen hemen aynı kalmış. “ dedi.

Kamu imalat alanında yok! Özel sektör kamunun boşalttığı yüksek teknolojili alanları dolduramadı.

Kamu-özel işbirliği modelinin yanlış kullanıldığını ve daha yüksek teknolojili alanlarda, imalat sektöründe yoğunlaşması gerektiğini ifade eden Türeli,  “Kamu imalat sanayisinin kamu yatırımları içindeki payı 2002'de yüzde 3,2'ymiş, 2003'te binde 4! Kamu çekilmiş imalat alanından. Tamam çekilsin ama o zaman özel sektörün bu alanı doldurması gerekirdi; doldurmuş mu? Hayır. Özel imalat sanayisinin özel yatırımlar içinde payı 2002'de yüzde 27,7'ymiş, 2023'te 24,4 olmuş. Neden? Çünkü dış ticarete konu olan sektörlerde uzmanlaşması gereken imalat sanayisi sektörleri açısından özel sektör artan bir biçimde geçmişte kamunun yaptığı fiziki ve sosyal altyapı yatırımları alanına girmiş; kamu-özel iş birliği modeli işte budur. Tabii ki Türkiye'nin kaynakları açısından Türkiye, kamusuyla özeliyle bir bütündür ama geçmişte kamunun yaptığı, yapabileceği işleri özel sektöre yaptırmanın bir anlamı yok. Nitekim, yap-işlet-devret, yap- kirala bir sürü modeller çıktı arka arkaya, bunların ilk çıkışındaki mantık ileri teknolojiyi gerektiren birtakım yatırımların bu kamu-özel iş birliği modeliyle yapılmasıydı ama ne yazık ki öyle olmadı. Hastaneleri, köprüleri, otoyolları, hava alanlarını yaptırmaya başladık. Halbuki özel sektör, imalat sektöründe yoğunlaşmalıydı; üretimi artırmalıydı, ihracatı artırmalıydı, daha yüksek teknolojili alanlara girmeliydi; böyle bir sıkıntı var yani kamunun boşalttığı imalat sanayisi alanını özel sektör ne yazık ki dolduramadı.” dedi.

Yüksek teknolojili sektörlerin payı artmıyor!

AKP iktidarı döneminde yüksek teknolojili sektörlerin toplam içindeki payının düştüğünü, Türkiye’de orta düşük ve düşük teknolojili sektörlerin hakimiyeti olduğunu ifade eden Türeli, “Teknoloji yoğunluğu açısından da baktığımızda ciddi bir artış yok. Biliyorsunuz OECD önceden yaptığı, TÜİK’in de bugün uyguladığı yüksek, orta yüksek, orta düşük ve düşük teknolojili 4’lü bir ayırım var. Şimdi, bakıyorum Türkiye daha çok orta düşük ve düşük teknolojili sektörlerin egemenliğinde. Üretimde bu 2 sektörün payı yüzde 70, ihracatta biraz daha düşük, yüzde 60 ama büyük ölçüde düşük ve orta düşük teknolojili sektörlerde. Yüksek teknolojili sektörlerin toplam içindeki payı artmıyor. Üretim açısından 2002'de yüksek teknolojili sektörlerin payı yüzde 5,1'miş, 2022'de yüzde 3,6'ya düşmüş. İmalat sanayisi ihracatında yüksek teknolojili sektörlerin 2002'de AKP iktidara geldiğinde payı yüzde 6,2'ymiş, yüzde 3,8'e düşmüş. Hâlâ düşük teknolojinin olduğu bir yapının içindeyiz. Nominal rakamlarının artması bir şey ifade etmiyor, iki perspektif önemli. Bir, oranlar açısı, bu açı çok önemlidir; iki, karşılaştırmalı bakmak lazım.” belirtti.

Türkiye rekabette geriliyor!

  Türkiye’nin gelişmiş ülkeler bir yana gelişmekte olan ülkelerin bile gerisinde olduğunu,  planlanan hedeflerinin arkasında kaldığını vurgulayan Türeli, “Sonuç itibarıyla, rekabet içinde olduğumuz, rekabetin gittikçe arttığı bir dünyadayız. Siz arabanızla 100’le gidiyorsanız 100’ün üstünde hızı olan bütün arabalar sizi geçer. Türkiye bırakın gelişmiş ülkelerle rekabeti bizim gibi gelişmekte olan ülkeler grubunda olan Endonezya, Malezya, Meksika karşısında bile gittikçe rekabette geriye düşüyor. Hani 2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olacaktık? Hiçbirinin olmadığını, oradaki rakamların hiçbirine ulaşamadığımızı gördük. Geçen sene On İkinci Kalkınma Planı’nda görüştük. On İkinci Kalkınma Planı’nda dünyanın ilk 10 ekonomisine girme hedefi 2023'ten 2053 yılına ertelendi, otuz yıl ileriye doğru gitti. Bakın, bunlar kayıp. Buralara ciddi yatırımlar yapmak ve süreci hızlandırma ihtiyacımız var.” ifade etti.

Kamu, özel sektörle ortaklık yapabileceği yeni modeller geliştirmeli, ulusal üretici ve kaynakları kollayan bir politika oluşturmalıdır!

   Sanayi sektörünün içinde bulunduğu durumun düzelmesi için kamunun özel sektöre öncülük etmesi gerektiğini ve özel sektörle ayrı düşünülemeyeceğini söyleyen Türeli, “Fiziki ve sosyal altyapı önemli, kamunun da burada kalması lazım ama özellikle teknolojik altyapı alanında bir sıçrama yapacaksak burada kamu da devreye girmeli. Yeni alanlara girişte kamu öncülük yapmalı, giriş stratejileri oluşturmalı, özel sektörle bu modeliyle değil ama yeni birtakım kamu-özel iş birliği ortaklık modelleri kurmalıdır. Türkiye'nin teknoloji ağırlıklı sektörlere yönelik ulusal üretici ve kaynakları kollayan bir politika oluşturmasına ihtiyacı var. Bu çerçevede, gelişmiş bir yan sanayisi olan ya da hızla gelişebilen bazı sektörlerle güçlü yerel üreticilerin bulunduğu sektörlere gerekirse girişin kısıtlanması, tedarik zincirlerinde yerli şirketlere öncelik tanınması, yerli parça oranının yüksek tutulması gibi seçici politikalara ihtiyaç var. Bir kısmi ikamedir bu. Kamu ve özel birbirini tamamlar, ikisinin birlikte olduğu bir yapıya ihtiyaç var.” dedi.

Planlamanın ve piyasanın birlikte çalışmasına ihtiyaç var.

Türkiye’nin uzun dönemli planlamalara ihtiyacı olduğunu  ve bu konuda yetkin personelin dağıtıldığını ifade eden Türeli,  “Dünyada bugüne kadar 2 tane kaynak tahsis mekanizması keşfedilmiş; biri piyasa, biri planlama. Piyasa arz ve talebe göre çalışır, planlama ise belli birtakım teknik analizlerle belli önceliklerin belirlenmesi ve o öncelikler çerçevesinde hareket edilmesi üzerine kurulu. Planlamanın ve piyasanın birlikte çalışmasına ihtiyaç var.

Oysa ne yazık ki bugün benim de içinde yetiştiğim, her zaman mensubu olmaktan gurur duyduğum Devlet Planlama Teşkilatı yok. Önce bir Bakanlığa dönüştürüldü, bu yeni Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde de bir kısım personeli Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığına gitti, bazı personeli de dağıtıldı. Oysa, Türkiye'nin uzun dönemli yol haritalarına ihtiyacı var, Türkiye bu çerçeveyi kurmalı. “ dedi.

İller ve bölgeler itibarıyla gelişmişlik farkları devam ediyor!

Türeli devamında “İller ve bölgeler itibarıyla gelişmişlik farkları devam ediyor. Türkiye sanayisi, bölgesel olarak, yerleşim ve mekânsal olarak son derece dengesiz bir yapı içinde. Bu bölgesel eşitsizliğin bir biçimde ortadan kaldırılması, buna uygun bir stratejik perspektifin kurulması ve insan kaynağının, insan gücünün orada tutulması gerekiyor.” söyledi.

Tersine beyin göçünün yolları açılmalıdır!

Ülkenin yaşanan beyin göçünü engellemektense tersine beyin göçünü sağlaması gerektiğini ve ülkede yeterli imkân sağlanamadığını vurgulayan Türeli, “Beşerî sermaye boyutu önemli. Türkiye, yetiştirdiği gençlerini, evlatlarını Türkiye'de tutamıyor, müthiş bir beyin göçü var.  Eskiden yurt dışında eğitim alanlar gidiyordu, eğitim gören insanlar geri gelmiyordu, şimdi iş değişti, Türkiye'de eğitim görmüş, hatta çalışan insanlar da gidiyorlar, doktorlarımız gidiyor, yazılımcılarımız gidiyor. Hâlbuki, o cumhuriyet, insan gücünü büyük ölçüde kaybetmiş o fakir, sermayesi olmayan cumhuriyetin kurulduğu zaman yaptıklarının en önemlisi, o insan gücüne yatırımdır. Alanında yetenekli gençler tespit edilmiş, hepsi yurt dışına gönderilmiş, değişik alanlarda eğitim görüp geri gelmişlerdir. Nazi Almanyası’ndan kaçan bilim adamlarına Türkiye kapısını açmıştır. Bunlar üniversite sisteminde, üniversite reformunda önemlidir. Türkiye bu altyapıyı yeniden kurmak zorunda. Beyin göçünün önlenmesinin ötesinde, tersine bir beyin göçüne ihtiyaç var. Türkiye bu kaynaklarını kendi içinde düzgün biçimde kullanmalı. Aziz Sancar yurt dışında Nobel aldı, Covid aşısını bulan Almanya'da gençlerimiz var. Onlar Türkiye'de olsalardı, bunları yapamazlardı, o imkânları onlara sağlamak zorundayız.” ifade etti.